Jane Eyre kitap incelemesi
Yazar: Charlotte Bronte
Sayfa sayısı:572 (Engin Yayıncılık)
Puanım:10/10
Charlotte Bronte |
“Ya cehennem nedir? Biliyor musun?”
“İçinde ateşler yanan bir uçurum.”
“Bu uçurumun içine düşüp sonsuza dek yanmak ister
misin?”
“İstemem efendim.”
“Öyleyse cehenneme gitmemek için ne yapmaman
gerekir?”
Bir an düşündüm. Yazık ki sonunda verdiğim
karşılık beğenilmedi.
“Hep sağlıklı olup ölmemem gerekir.” (Engin
Yayınları, sf 43)
Bu konuşmalardan
sonra yengesi bu gelen adama Jane’i yalancılıkla suçlayınca ise Jane yengesine
şu cevabı vermiştir:
Konuşmadan
edemeyecektim. İyice ezmişlerdi beni. Mutlaka bir karşılık vermeliydim… Ama
nasıl? Hasmıma karşılıkta bulunabilecek ne cürmüm vardı ki? Bütün gücümü
toparladım, doğrudan doğruya saldırıya geçtim:
“Yalancı değilim ben. Olsam sizi sevdiğimi söylerdim
ama, vallahi de billahi de sevmiyorum işte. Dünyada en sevmediğim sizsiniz, bir
de oğlunuz John Reed. Şu yalancılık kitabına gelince, kızın Georgiana Reed’e
verseniz daha iyi olur, çünkü yalan söyleyen odur, ben değilim.” ( Engin Yayıncılık, sf 48)
İşte Jane daha bu küçücük yaşında
nasıl güçlü olmayı öğrenirken yengesi tarafından bir yatılı okula
gönderilmiştir. Bir anda kendini bambaşka bir dünyada bulmuştur. Kendimden
bilirim çocuk yaşta aileden uzakta kalmanın nasıl zor bir şey olduğunu. Aileni,
evinin kıymetini o sıra çok iyi anlarsın ama Jane için durum bambaşkaydı.
Yengesini ve kuzenlerini ailesi olarak görmüyor ve o eve bir daha geri dönmek
istemediği için özleyebileceği hiçbir yer ve kişi olmadan bu yabancı ortamda ve
daha 10 yaşında yapayalnız kalmış gibiydi. Tabi Jane gibi güçlü bir kıza böyle
zorluklar vız geleceğinden yatılı okula hızla alışıyor ve derslerinde ilerliyordu.
Burada bir de çok seveceği bir arkadaş ediniyor. Tabi bu arkadaşı bir süre
sonra salgın bir hastalıktan dolayı Jane’in yanında son nefesini verir. Yazarın
iki ablası da okudukları okuldaki koşullar yüzünden tüberküloz hastalığından
ölmesi de bize biraz olsun Jane Eyre’nin hayatının yazarın hayatıyla paralellik
gösterdiğini anımsatıyor.
Jane Eyre burada geçirdiği 2
yıldan sonra 18 yaşına kadar okuduğu okulda hocalık yaparak kendini iyice geliştiriyor
ve sonunda Jane bir malikanede Adale isimli 8 yaşındaki bir Fransız kızına
mürebbiyelik yapmak üzere okuldan ayrılıyor. Kitabın en uzun bölümü olan üçüncü
bölüme geçiyoruz şuan. Tabi yazar kitabı benim gibi bölümlere ayırmamış ama
benim kafamda kitap 5 bölümden ayrılıyor. Neyse Adale malikanede bu küçük
Fransız kızına özveriyle eğitiyor, bir İngiliz hanımefendisi olması için
elinden geleni yapıyor. Tabi bu arada malikanenin sahibi olan Bay Rochester’le
malikanede olmamasından ötürü hemen tanışamıyor. İlk karşılaşmaları da Jane’nin
ormanda yürürken Bay Rochester, Jane’e çarpmamak için atından düşmesiyle
oluşuyor ve burada Bay Rochester kendisinin malikanenin sahibi olan kişi
olduğunu çaktırmıyor. Burada bir parantez açmak istiyorum arkadaşlar. Böyle
tesadüf mü olur diyebilirsiniz. Hatta bundan sonra daha olası olmayan
tesadüfler de olacak ama bu kitap realizm akımından değil de romantizm
akımından çıktığı için böyle tesadüfleri mazur görebiliriz. Bir de böyle basit
bir karşılaşmayla hemen ikisi arasında bayağı bir elektiriklenme oldu, 3 ay
sonra da düğünlerini yapar gökten de üç kırmızı elma düşürerek masalımızı
bitiririz diyerekten devamını düşünüyorsanız hemen bu düşüncelerinizden
kurtulun derim. Zaten böyle basit bir aşk kitabı olsaydı bu kitabın ünü
kıtaları, yüzyılları aşıp benim önüme gelemezdi ya da günümüzde bir genç
yazarın yazmış olduğu, hemen bestseller olan, kapağında bir kadınla erkeğin
bulunduğu daha çok ergenlerin okuduğu aşk kitaplarından farkı kalmazdı
Jane, malikane içinde efendisine
karşı tüm açık sözlülüğüyle konuşması, efendisinin çok hoşuna gidiyor ve bir
anda ikisi arasında bir arkadaşlık başlıyor. Tabi bu arkadaşlıkları Jane’in
efendisini bir yangından kurtarmasıyla iyice artıyor. Efendisi, Jane’e bu
yangın hakkında kimseye hiçbir şey dememesini söylüyor. Jane’i ne kadar bu zamana
kadar asi bir kız olarak göstersem de Jane kendisine verilen görevleri çok
sorgulamadan yapmayı öğrenmiş biri olduğu için bu konuda sessizliğini koruyor. Kitabın
bu bölümlerinde 19. Yüzyıl İngiltere’sinde sınıf farklılıklarının bariz bir
şekilde farklı olduğunu anlayabiliyoruz. Zengin kısım daha çok hizmetçi
tayfasına ya da mürebbiyeleri bir böcekmiş gibi görebiliyor. Bunu en çok
malikaneye gelen zenginlerden anlayabiliyoruz. Bay Rochester’in evleneceği
söylenen bir kızla birlikte belli bir soylu malikaneye kalmaya geliyor. Burada
Bay Rochester’in eşi olmaya aday olan kız Jane’nin yanında Jane’i hiçe sayarak
rahatlıkla tüm mürebbiyelere hakaretler edip Jane’e bir çöp muamelesi
yapabiliyor. Burada Jane’in iki çift laf edeceğini düşünürdüm ama Jane nerede
ne zaman konuşulacağını az bucak bilen biri olduğu için sesini çıkartmıyor.
Dikkatimi çeken bir şeyde bu misafirlik sırasında Blanche İngram’ın (Bay
Rochester’in evlenmeyi düşündüğü kişi) günümüz erkekleri diyerekten o günün bir
şeylerini eleştirmesiydi. Böyle bir sahneyle 1960’larda yazılmış Agatha Christie
kitabında da karşılaşmıştım. Bir yaşlı kadın günümüz gençliği diyerek
gençlikten yakınıyordu. Yani anlıyoruz ki her devirde gününü eleştirmek ve
geçmişi yüceltmek var gibi diyebiliriz. Bugünkü gençliği eleştiren bir yaşlı
insanın Agatha Christie’nin kitabında eleştirilmesinden yola çıkarak; insanlar
geçmişe hep özlem duyduklarından o günün aksaklıklarını eleştirme ihtiyacı
duyuyor gibi bir yorum yapabiliriz. Geçmişte de yokmuydu kötü anılar? Elbette
vardı ama insan beyni daha çok bu kötü anıları bir kenara atıp iyi anıları
canlı tutmaya çalıştığı için geçmiş insanda özlem duyulası bir yer haline
geliyor.
(Buradan
sonra aşırı spoiler var. İsterseniz belirttiğim yere kadar okumayın.)Neyse lafı uzatmadan biraz kısa geçerek
hemen Bay Rochester’le Jane’in nikahlarına gelelim. Tam nikah kıyılacak birisi
hızla kiliseye giriyor ve Yeşilçam filmlerinden alışık olduğumuz “İtiraz ediyorum” kelimeleri dilinden
dökülüyor. O da ne Bay Rochester aslında evli bir erkekmiş. Hayda! Bak sen şu
işe. Kader gene Jane’in yüzüne gülmeyecek demek. Sonradan anlaşılıyor ki Bay
Rochester bir deliyle evlendirlmiş zamanında ve bu deli de malikanede gizli bir
şekilde kapalı olarak tutuluyormuş. Jane tabi bu olayı öğrendikten sonra Bay Rochester’la
birlikte artık olamayacağını düşünüp apar topar diğer sabah kaçıyor hem de
cebinde sadece yol parasına yetecek kadar parası varken. Elindeki parayla
gidebildiği kadar uzaklara gidiyor ve roman benim için dördüncü bölüme geçiyor.
Neyse lafı fazla uzatmışım bundan sonrasını kısa keseceğim. Jane aç susuz
geçirdiği birkaç günden sonra bir papazla iki kız kardeşinin olduğu bir eve
sığınıyor. Oradaki köyün kızlar için açılmış olan okulunda öğretmenlik teklifi
alıyor ve bu teklifi kabul ediyor. Bu sırada da kendisine amcasından bir miras
geliyor ve bu papaz ve iki kardeşle akraba olduğunu anlıyor. Vay be dünya ne
küçük değil mi(!) Kitaptaki heralde en olası olmayacak tesadüflerden biri
diyelim ama kaderde bu da varmış diyerekten geçiştirelim. Bu sıralar Jane için
hayat biraz olsun gülmüş oluyor. Çünkü hayatında hiç yaşayamadığı akraba
sevgisini yaşayabiliyor. Tabi bu mutluluğa St. John(papaz) köstek olmak
istiyor. Neymiş John Hindistan’a misyonerlik faaliyetleri için gidecekmiş de
yanında Jane’i kendisine yardım etmesi için çağıracakmış hem de eşi olarak.
Eğer gelmezse de Jane’i günahkar olmakla suçluyor. Yahu şu bağnazlığı
anlayamıyorum. Her dinde mi böyle insanlar olur yahu! Hemen insanı cehenneme
gitmekle korkutmak ve de dünya nimetlerinden helalinden yararlansa bile birinin
bu nimetlerden yaranmasını günah olarak saymak. John işte böyle Jane’e baskı
yapıyor. Neymiş İngiltere’de kalıp kendi mutluluğu için yaşarsa cehenneme
gidebilirmiş. Bak sen, Allah’ın kulu cehennemin kapısını rahatlıkla açıp
kapayabiliyor! Tabi Jane böyle baskı dolu laflara şartsız bir şekilde boyun eğer
mi? Tabi ki eğmez. Jane Hindistan’a geleceğini ama eşi olarak değil kardeşi
olarak bu işin mümkün olabileceğini söylüyor. Tabi John bu işin mümkün
olmadığını, evliliklerinin misyonerlik faaliyetlerini daha iyi yönetebilmek için
şart olduğunu söylüyor ve Jane’e belli bir düşünme süresi veriyor.. Jane de bu
sırada Bay Rochester’i görmek umuduyla evden ayrılıyor. O da ne bir gidiyor ki
malikane yanmış, kül olmuş. Bir öğreniyor ki bu yangında Bay Rochester bir
kolunu ve gözlerini kaybetmiş, deli kadın da yangın sırasında intihar etmiş.
Tabi Jane körkütük aşık olduğu bu adamın kör olmasına aldırış etmeden hemen
yaşadığı yere gidiyor. Bundan sonra da evlenip mutlu bir hayat yaşıyorlar.
Burada aslında sevginin ötesinde başka bir şey de var diyebiliriz. Düşünsenize
ömrünüz boyunca bir kişiye bakmak zorunda kalacaksınız ve bu tamamen sizin hür
iradenizle olacak. Valla her insan kendinde bu gücü bulamaz gibime geliyor.
Yine kendi hayatımdan bir örnek vereyim. Rahmetli babaannem 15 yıl civarı
yatalak olarak geçirmişti hayatını. Bu dönemde babaanneme en çok annem baktı.
Bir insan kendi annesine bile bakarken usanabilecekken annem kayınvalidesine özveriyle
baktı ve annemdeki yorgunluğu görmeme rağmen hiçbir zaman babaannemin bakımını
aksatmadı. Vallaha ki zor bir imtihan. Herkes bu imtihanı kaldıramaz ve bu
imtihandan başarısız olursa da kimsenin o kişiye kızma hakkı yoktur. İşte böyle
zor bir imtihana Jane kalbinde beslediği sevgiden dolayı varım dedi ve bu zorlu
hayatta mutlu olmasını bildi. Aslında Jane’in bu zorlu hayatta mutlu olmasının
sebebi aza kanaat etmesini bilmesi ve her şeyi olduğu gibi kabul edebilmesiydi.
Zaten bu yüzden ölüm döşeğindeki yengesini affetmemiş miydi? (Spoilerin cılkını çıkarttığım yer bitti.)
Yazar Bay Rochester’in kör halini
de o kadar iyi göstermiş ki kendimi bir an körmüşüm gibi hayal edemeden
duramadım. Tabi 6 numarayı geçkin gözlük kullandığım için herhalde az bucak
körlüğün nasıl bir şey olduğunu da bildiğimden bu hissiyata kapılmış
olabilirim.
Kitabı okurken 9 puan veririm
diye düşünüyordum ama son sayfaları gelip de kitap bittikten sonra kapağı
kapatıp içimde oluşan o değişik hisler ve kitabın bitmiş olduğundan dolayı oluşan
boşluk sayesinde puanım 10’a çıktı. Bilirsiniz her kitabı bitirdiğinizde
oluşmaz bu his ama oluşunca da niye bitti ki bu şimdi diye hayıflanırsınız. Bu
his Büyük Umutlar adlı Charles Dickens’ın kitabını okurken de oluşmuştu. Yıl 2011 ya da 2012. Dışarı da lapa lapa kar
yağıyor ben de kitabı bitirip kütüphaneye veririm diye avmde bir sandalyeye
oturmuş kitabın son sayfalarını çeviriyorum. İşte o zaman da kitap bittiğinde
öylece beş dakika kitap elimde oturmuş düşüncelere dalmıştım. Az Charles
Dickens’a da kızmıştım daha kitabı devam ettirmediği için.Filmden bir sahne |
Neyse lafı uzatmadan İngiliz
edebiyatının en güzel kitaplarından biri olan Jane Eyre’yi herkese öneririm.
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
4 Yorumlar
Yıllar önce okuduğum ve etkisinde kaldığım ender kitaplardan birisi...Değerlendirmeniz için sizi tebrik ederim Ahmet Bey.
YanıtlaSilTeşekkür ederim hocam Beğenmenize sevindim.
Silharika bir paylaşım olmuş... kitabın ayrıntılarını çok güzel yansıtmışsınız..
YanıtlaSilBu yorumu görmemişim şimdi farkettim. Çok teşekkür ederim.
Sil