Jane Eyre (Charlotte Bronte) kitap incelemesi - Ahmed Yasir Orman

Jane Eyre (Charlotte Bronte) kitap incelemesi

Jane Eyre kitap incelemesi

Yazar: Charlotte Bronte
Sayfa sayısı:572 (Engin Yayıncılık)
Puanım:10/10

               

Jane Eyre, engin yayıncılık        Bir insana “Hayatında en sevdiğin kitaplardan birisi hangisidir?” diye sorduğunda alacağın cevaptaki kitabı okursan mutlaka sana bir şey katacağını söyleyebilirim. İşte böyle bir sorudan sonra “Jane Eyre” cevabını aldıktan sonra bu kitap bir insanın kalbine dokunabilmişse elbet okumaya değerdir diyerek açtım İngiliz bir kadın yazarın  olan bu kitabını ve okumaya başladım. Kitap, Victoria döneminde kadın yazarlara pek değer verilmediği için ilk başta erkek bir isimle yayınlanmıştır. J. K. Rowling bile 20. Yüzyılın son çeyreğinde kitaplarını ilk basarken romanlarımı gören okurların yazarın kadın olduğunu hemen anlarsa kitaplarım hakettiği okuyucu kitlesine ulaşamaz düşüncesinden isminin baş harflerini sadece kitabına kazıttıysa bu problemin yüzyıllar boyu devam ettiğini rahatlıkla anlayabiliriz ama bu ön yargıdaki okurlar Jane Eyre’yi okuyunca bu tutumlarından tamamen kurtulacaklarından eminim. Böyle başarıyla ete kemiğe bürünmüş bir kadın karakter olan Jane Eyre’yi herhalde bir kadın yazardan başkası yazamazdı. Hele ki Jane Eyre, yazarın hayatından esintiler sunduğu için bu karakterdeki gerçekçilik biraz daha artıyorsa…
               Kitabın başında bizi ana babası daha küçük yaşta öldüğü için dayısının evinde kalan 8 yaşındaki Jane Eyre karşılıyor. Tabi dayısı da öldüğü için evde egemenlik yengesinin elindedir. Evde Jane Eyre’ye çok iyi davranılmamaktadır. Bu yüzden Jane Eyre yengesi ve kuzenlerinden nefret etmektedir. Hatta Jane çok açık sözlü biri olduğundan da bu kinini yengesine açıkça göstermektedir. Açık sözlü olmasının yanında da olaylara farklı açılardan bakabilme yeteneğine de sahiptir. Kitabın bir yerinde yengesi Jane’i başından savabilmek için bir yatılı okula götürmeye karar verir. İşte bu yüzden yatılı okulun sahibi eve gelir ve Jane ile konuşur. Şu diyaloglar Jane’in açık sözlülüğü ve hazır cevaplılığı hakkında biraz ipucu verebilir:
Charlotte Bronte
Charlotte Bronte
“Ya cehennem nedir? Biliyor musun?”
“İçinde ateşler yanan bir uçurum.”
“Bu uçurumun içine düşüp sonsuza dek yanmak ister misin?”
“İstemem efendim.”
“Öyleyse cehenneme gitmemek için ne yapmaman gerekir?”
Bir an düşündüm. Yazık ki sonunda verdiğim karşılık beğenilmedi.
“Hep sağlıklı olup ölmemem gerekir.” (Engin Yayınları, sf 43)
Bu konuşmalardan sonra yengesi bu gelen adama Jane’i yalancılıkla suçlayınca ise Jane yengesine şu cevabı vermiştir:
               Konuşmadan edemeyecektim. İyice ezmişlerdi beni. Mutlaka bir karşılık vermeliydim… Ama nasıl? Hasmıma karşılıkta bulunabilecek ne cürmüm vardı ki? Bütün gücümü toparladım, doğrudan doğruya saldırıya geçtim:
“Yalancı değilim ben. Olsam sizi sevdiğimi söylerdim ama, vallahi de billahi de sevmiyorum işte. Dünyada en sevmediğim sizsiniz, bir de oğlunuz John Reed. Şu yalancılık kitabına gelince, kızın Georgiana Reed’e verseniz daha iyi olur, çünkü yalan söyleyen odur, ben değilim.” ( Engin Yayıncılık, sf 48)
               İşte Jane daha bu küçücük yaşında nasıl güçlü olmayı öğrenirken yengesi tarafından bir yatılı okula gönderilmiştir. Bir anda kendini bambaşka bir dünyada bulmuştur. Kendimden bilirim çocuk yaşta aileden uzakta kalmanın nasıl zor bir şey olduğunu. Aileni, evinin kıymetini o sıra çok iyi anlarsın ama Jane için durum bambaşkaydı. Yengesini ve kuzenlerini ailesi olarak görmüyor ve o eve bir daha geri dönmek istemediği için özleyebileceği hiçbir yer ve kişi olmadan bu yabancı ortamda ve daha 10 yaşında yapayalnız kalmış gibiydi. Tabi Jane gibi güçlü bir kıza böyle zorluklar vız geleceğinden yatılı okula hızla alışıyor ve derslerinde ilerliyordu. Burada bir de çok seveceği bir arkadaş ediniyor. Tabi bu arkadaşı bir süre sonra salgın bir hastalıktan dolayı Jane’in yanında son nefesini verir. Yazarın iki ablası da okudukları okuldaki koşullar yüzünden tüberküloz hastalığından ölmesi de bize biraz olsun Jane Eyre’nin hayatının yazarın hayatıyla paralellik gösterdiğini anımsatıyor.
               Jane Eyre burada geçirdiği 2 yıldan sonra 18 yaşına kadar okuduğu okulda hocalık yaparak kendini iyice geliştiriyor ve sonunda Jane bir malikanede Adale isimli 8 yaşındaki bir Fransız kızına mürebbiyelik yapmak üzere okuldan ayrılıyor. Kitabın en uzun bölümü olan üçüncü bölüme geçiyoruz şuan. Tabi yazar kitabı benim gibi bölümlere ayırmamış ama benim kafamda kitap 5 bölümden ayrılıyor. Neyse Adale malikanede bu küçük Fransız kızına özveriyle eğitiyor, bir İngiliz hanımefendisi olması için elinden geleni yapıyor. Tabi bu arada malikanenin sahibi olan Bay Rochester’le malikanede olmamasından ötürü hemen tanışamıyor. İlk karşılaşmaları da Jane’nin ormanda yürürken Bay Rochester, Jane’e çarpmamak için atından düşmesiyle oluşuyor ve burada Bay Rochester kendisinin malikanenin sahibi olan kişi olduğunu çaktırmıyor. Burada bir parantez açmak istiyorum arkadaşlar. Böyle tesadüf mü olur diyebilirsiniz. Hatta bundan sonra daha olası olmayan tesadüfler de olacak ama bu kitap realizm akımından değil de romantizm akımından çıktığı için böyle tesadüfleri mazur görebiliriz. Bir de böyle basit bir karşılaşmayla hemen ikisi arasında bayağı bir elektiriklenme oldu, 3 ay sonra da düğünlerini yapar gökten de üç kırmızı elma düşürerek masalımızı bitiririz diyerekten devamını düşünüyorsanız hemen bu düşüncelerinizden kurtulun derim. Zaten böyle basit bir aşk kitabı olsaydı bu kitabın ünü kıtaları, yüzyılları aşıp benim önüme gelemezdi ya da günümüzde bir genç yazarın yazmış olduğu, hemen bestseller olan, kapağında bir kadınla erkeğin bulunduğu daha çok ergenlerin okuduğu aşk kitaplarından farkı kalmazdı
               Jane, malikane içinde efendisine karşı tüm açık sözlülüğüyle konuşması, efendisinin çok hoşuna gidiyor ve bir anda ikisi arasında bir arkadaşlık başlıyor. Tabi bu arkadaşlıkları Jane’in efendisini bir yangından kurtarmasıyla iyice artıyor. Efendisi, Jane’e bu yangın hakkında kimseye hiçbir şey dememesini söylüyor. Jane’i ne kadar bu zamana kadar asi bir kız olarak göstersem de Jane kendisine verilen görevleri çok sorgulamadan yapmayı öğrenmiş biri olduğu için bu konuda sessizliğini koruyor. Kitabın bu bölümlerinde 19. Yüzyıl İngiltere’sinde sınıf farklılıklarının bariz bir şekilde farklı olduğunu anlayabiliyoruz. Zengin kısım daha çok hizmetçi tayfasına ya da mürebbiyeleri bir böcekmiş gibi görebiliyor. Bunu en çok malikaneye gelen zenginlerden anlayabiliyoruz. Bay Rochester’in evleneceği söylenen bir kızla birlikte belli bir soylu malikaneye kalmaya geliyor. Burada Bay Rochester’in eşi olmaya aday olan kız Jane’nin yanında Jane’i hiçe sayarak rahatlıkla tüm mürebbiyelere hakaretler edip Jane’e bir çöp muamelesi yapabiliyor. Burada Jane’in iki çift laf edeceğini düşünürdüm ama Jane nerede ne zaman konuşulacağını az bucak bilen biri olduğu için sesini çıkartmıyor. Dikkatimi çeken bir şeyde bu misafirlik sırasında Blanche İngram’ın (Bay Rochester’in evlenmeyi düşündüğü kişi) günümüz erkekleri diyerekten o günün bir şeylerini eleştirmesiydi. Böyle bir sahneyle 1960’larda yazılmış Agatha Christie kitabında da karşılaşmıştım. Bir yaşlı kadın günümüz gençliği diyerek gençlikten yakınıyordu. Yani anlıyoruz ki her devirde gününü eleştirmek ve geçmişi yüceltmek var gibi diyebiliriz. Bugünkü gençliği eleştiren bir yaşlı insanın Agatha Christie’nin kitabında eleştirilmesinden yola çıkarak; insanlar geçmişe hep özlem duyduklarından o günün aksaklıklarını eleştirme ihtiyacı duyuyor gibi bir yorum yapabiliriz. Geçmişte de yokmuydu kötü anılar? Elbette vardı ama insan beyni daha çok bu kötü anıları bir kenara atıp iyi anıları canlı tutmaya çalıştığı için geçmiş insanda özlem duyulası bir yer haline geliyor.
               (Buradan sonra aşırı spoiler var. İsterseniz belirttiğim yere kadar okumayın.)Neyse lafı uzatmadan biraz kısa geçerek hemen Bay Rochester’le Jane’in nikahlarına gelelim. Tam nikah kıyılacak birisi hızla kiliseye giriyor ve Yeşilçam filmlerinden alışık olduğumuz  “İtiraz ediyorum” kelimeleri dilinden dökülüyor. O da ne Bay Rochester aslında evli bir erkekmiş. Hayda! Bak sen şu işe. Kader gene Jane’in yüzüne gülmeyecek demek. Sonradan anlaşılıyor ki Bay Rochester bir deliyle evlendirlmiş zamanında ve bu deli de malikanede gizli bir şekilde kapalı olarak tutuluyormuş. Jane tabi bu olayı öğrendikten sonra Bay Rochester’la birlikte artık olamayacağını düşünüp apar topar diğer sabah kaçıyor hem de cebinde sadece yol parasına yetecek kadar parası varken. Elindeki parayla gidebildiği kadar uzaklara gidiyor ve roman benim için dördüncü bölüme geçiyor. Neyse lafı fazla uzatmışım bundan sonrasını kısa keseceğim. Jane aç susuz geçirdiği birkaç günden sonra bir papazla iki kız kardeşinin olduğu bir eve sığınıyor. Oradaki köyün kızlar için açılmış olan okulunda öğretmenlik teklifi alıyor ve bu teklifi kabul ediyor. Bu sırada da kendisine amcasından bir miras geliyor ve bu papaz ve iki kardeşle akraba olduğunu anlıyor. Vay be dünya ne küçük değil mi(!) Kitaptaki heralde en olası olmayacak tesadüflerden biri diyelim ama kaderde bu da varmış diyerekten geçiştirelim. Bu sıralar Jane için hayat biraz olsun gülmüş oluyor. Çünkü hayatında hiç yaşayamadığı akraba sevgisini yaşayabiliyor. Tabi bu mutluluğa St. John(papaz) köstek olmak istiyor. Neymiş John Hindistan’a misyonerlik faaliyetleri için gidecekmiş de yanında Jane’i kendisine yardım etmesi için çağıracakmış hem de eşi olarak. Eğer gelmezse de Jane’i günahkar olmakla suçluyor. Yahu şu bağnazlığı anlayamıyorum. Her dinde mi böyle insanlar olur yahu! Hemen insanı cehenneme gitmekle korkutmak ve de dünya nimetlerinden helalinden yararlansa bile birinin bu nimetlerden yaranmasını günah olarak saymak. John işte böyle Jane’e baskı yapıyor. Neymiş İngiltere’de kalıp kendi mutluluğu için yaşarsa cehenneme gidebilirmiş. Bak sen, Allah’ın kulu cehennemin kapısını rahatlıkla açıp kapayabiliyor! Tabi Jane böyle baskı dolu laflara şartsız bir şekilde boyun eğer mi? Tabi ki eğmez. Jane Hindistan’a geleceğini ama eşi olarak değil kardeşi olarak bu işin mümkün olabileceğini söylüyor. Tabi John bu işin mümkün olmadığını, evliliklerinin misyonerlik faaliyetlerini daha iyi yönetebilmek için şart olduğunu söylüyor ve Jane’e belli bir düşünme süresi veriyor.. Jane de bu sırada Bay Rochester’i görmek umuduyla evden ayrılıyor. O da ne bir gidiyor ki malikane yanmış, kül olmuş. Bir öğreniyor ki bu yangında Bay Rochester bir kolunu ve gözlerini kaybetmiş, deli kadın da yangın sırasında intihar etmiş. Tabi Jane körkütük aşık olduğu bu adamın kör olmasına aldırış etmeden hemen yaşadığı yere gidiyor. Bundan sonra da evlenip mutlu bir hayat yaşıyorlar. Burada aslında sevginin ötesinde başka bir şey de var diyebiliriz. Düşünsenize ömrünüz boyunca bir kişiye bakmak zorunda kalacaksınız ve bu tamamen sizin hür iradenizle olacak. Valla her insan kendinde bu gücü bulamaz gibime geliyor. Yine kendi hayatımdan bir örnek vereyim. Rahmetli babaannem 15 yıl civarı yatalak olarak geçirmişti hayatını. Bu dönemde babaanneme en çok annem baktı. Bir insan kendi annesine bile bakarken usanabilecekken annem kayınvalidesine özveriyle baktı ve annemdeki yorgunluğu görmeme rağmen hiçbir zaman babaannemin bakımını aksatmadı. Vallaha ki zor bir imtihan. Herkes bu imtihanı kaldıramaz ve bu imtihandan başarısız olursa da kimsenin o kişiye kızma hakkı yoktur. İşte böyle zor bir imtihana Jane kalbinde beslediği sevgiden dolayı varım dedi ve bu zorlu hayatta mutlu olmasını bildi. Aslında Jane’in bu zorlu hayatta mutlu olmasının sebebi aza kanaat etmesini bilmesi ve her şeyi olduğu gibi kabul edebilmesiydi. Zaten bu yüzden ölüm döşeğindeki yengesini affetmemiş miydi? (Spoilerin cılkını çıkarttığım yer bitti.)
               Yazar Bay Rochester’in kör halini de o kadar iyi göstermiş ki kendimi bir an körmüşüm gibi hayal edemeden duramadım. Tabi 6 numarayı geçkin gözlük kullandığım için herhalde az bucak körlüğün nasıl bir şey olduğunu da bildiğimden bu hissiyata kapılmış olabilirim.
               Kitabı okurken 9 puan veririm diye düşünüyordum ama son sayfaları gelip de kitap bittikten sonra kapağı kapatıp içimde oluşan o değişik hisler ve kitabın bitmiş olduğundan dolayı oluşan boşluk sayesinde puanım 10’a çıktı. Bilirsiniz her kitabı bitirdiğinizde oluşmaz bu his ama oluşunca da niye bitti ki bu şimdi diye hayıflanırsınız. Bu his Büyük Umutlar adlı Charles Dickens’ın kitabını okurken de oluşmuştu.  Yıl 2011 ya da 2012. Dışarı da lapa lapa kar yağıyor ben de kitabı bitirip kütüphaneye veririm diye avmde bir sandalyeye oturmuş kitabın son sayfalarını çeviriyorum. İşte o zaman da kitap bittiğinde öylece beş dakika kitap elimde oturmuş düşüncelere dalmıştım. Az Charles Dickens’a da kızmıştım daha kitabı devam ettirmediği için.
Jane Eyre
Filmden bir sahne
               Kitabın, Jane Eyre’yi Mia Wasikowska’nın oynadığı 2011 yapım filmi de var. Filme kitabın ortasından başlatıp geçmişe gitmesi güzel olmuş. Filmde bir iki yerde kitaptan çıksalar da kitaba da bağlı kalmışlar ama film bende kitap kadar etki yapmadı diyebilirim. Yönetmen duyguları iyi verememiş gibi geldi bu yüzden de filme puanım 7 oldu. Tabi böyle muazzam bir kitap sinemaya bir kere uyarlanmamış. Imdb’de 10 tane Jane Eyre kitabından uyarlama film ya da dizi gözüküyor Bir ara 2006 yapım 4 bölümlük mini dizisini de izleyeceğim. İzleyince buraya yazarım tekrardan.
               Neyse lafı uzatmadan İngiliz edebiyatının en güzel kitaplarından biri olan Jane Eyre’yi herkese öneririm.



Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.

Yorum Gönder

4 Yorumlar

  1. Yıllar önce okuduğum ve etkisinde kaldığım ender kitaplardan birisi...Değerlendirmeniz için sizi tebrik ederim Ahmet Bey.

    YanıtlaSil
  2. harika bir paylaşım olmuş... kitabın ayrıntılarını çok güzel yansıtmışsınız..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorumu görmemişim şimdi farkettim. Çok teşekkür ederim.

      Sil