Yıldızlı Gece
Kitabın Yazarı: Mehmet Sait Taşkıran
Sayfa Sayısı:94
Yayınevi: NotaBene Yayınları
Puanım: 8/10
Kitap
okuma grubumuzda tartışmak üzere seçtiğimiz bir kitap, Yıldızlı Gece. Bu
seferki sohbetimize bir de misafirimiz vardı. Bu misafir de kitabın yazarı olan
Mehmet Sait Taşkıran’dı. Kitabın kısa olmasından ötürü ve bende bıraktıkları
taze olsun diyerek son gün okudum. Kitapta dokuz tane öykü vardı ve öykülerin
ortak noktaları Türkiye’nin doğu bölgesi ve kıştı. Yazar, bizzat gidip gördüğü
yerleri içten bir dille yazıya dökmüştü.
Kitaba başlarken yazarın ilk
kitabı olmasından ötürü biraz önyargıyla yaklaşmış olsam da kitaba başladığım
anda kitap beni içine çekti. Adeta kitaptaki köy kahvelerindeki sobanın yanında
çay içerken kendimi buldum. Kitaptan daha çok sevdiğim şey de yazarın
kendisiydi. Herhalde şimdi diyeceğim bir yazara hakaret mi ya da iltifat mı
olacak bilemem ama kitap gurubunda bizimle yaptığı sohbet kitabından daha da güzeldi.
Ortaya bir soba da atsan kitaptaki kahvelerinin birinde oturmuşuz sohbet
ediyormuşuz gibi bir hava vardı.
Kitaptaki hikayelerde kışın kar
altında kalmış köyleri realist bir gözle görebildik. Yollar kapanmış, gelen
giden yok, adeta unutulmuş köyleri… Bir hikayede o kış vakti nasıl buz tutmuş
gölden balık tutulacağımızı öğrendik başka bir hikayede ise doğudaki terörü
bizzat yaşadık.
İlk hikayemizin ismi Lökofobi
idi. Lökofobi, beyazdan korkma hastalığıymış. Bu hikayede yalnız bir adamın bir otel odasındaki duvardaki halı
motifindeki şekiller aracılığıyla yarattığı yeni bir dünyayı okuduk. Bu
hikayeyi okuyan herkes kendinden bir şey bulur mutlaka çünkü yaşadığımız
kültürde halı çok önemli yer tutar ve hepimiz bu halının üzerindeki şekiller
aracılığıyla kafamızda hikayeler üretmişizdir ve bu durum hala yapılmaktadır. 3
yaşındaki yeğenim bile kendi kocaman hayal dünyasında halının üzerindeki siyah
noktaları sinek sanıp üzerinde zıplayarak öldürmeye çalışıyor. İşte herkesin
hayal dünyasında mutlaka bir halı motifi vardır. Bu hikayede gördüğümüz bir
noktada yalnız bir adamın kendi içiyle hesaplaşmasıydı. Bu hikaye tarzı
bakımından biraz diğer hikayelerden farklıydı.
Sevdiğim hikayelerden biri de
Dokuzuncu Gezegen hikayesiydi. Hayatında hiç Madonna’yı görmemiş bir köy
kahvesi sahibinin duyduklarıyla Madonna’yı tasvir ettiği satırları okumak çok
eğlenceliydi. Ölüler Ülkesi hikayesinde ise herkes tarafından unutulmuş bir
köyün derinliklerine girdin mi nasıl derin ve pis bir hikayenin çıktığını
görürken başka bir hikayede de Doğu Ekspresinde seyahat ettik.
Öyküleri okurken hep bir seyahate
çıkmışsınız gibi bir hava vardı. Tavsiyem kar yağan bir günde camın önüne geçip
bu hikayeleri okumak. Zaten öyle uzun bir kitap da olmadığı için bir çırpıda
okuyacaksınız. Yazar bir de gezerken fotoğrafçı bir arkadaşı da gördükleri
yerleri fotoğraflamış. Bu fotoğrafları da izlerken adeta okuduğumuz mekanlar,
karakterler ete kemiğe bürünmüş oldu. Neyse
lafı çok fazla uzatmayayım. Yazarın ilk kitabı olmasından ötürü ön yargıya hiç
yaklaşmadan alın bu Anadolu kokan kitabı okuyun derim.
Yazar kitabımı imzalarken |
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
0 Yorumlar