Kitap İsmi: Martin Eden
Yazar İsmi: Jack London
Sayfa Sayısı: 520
Yayınevi İş Bankası
Puanım: 10/10
Jack
London’dan daha önce Demiryolu Serserileri’ni
okumuştum. Bu okuduğum kitapla yazara tam olarak bağlanamayınca Jack London
benim için biraz geri plana gitmişti ta ki Martin Eden’i okuyana kadar. Martin
Eden’i daha okumaya başladığım ilk sayfalarda artık Jack abimize üstad demeye
başlamıştım bile. Martin Eden’de beni etkileyen sadece kitabın kendisi değil
Martin Eden karakterinin ta kendisiydi. Düşünceleri, konuşmaları, azmi ile hep
kendimi Martin’e yakın hissettim. Tabi bu yakınlık bir süre sonra Jack London’a
kaymaya başladı. Ne de olsa romanın içindeki neredeyse çoğu olay kendi
hayatıyla paralellik gösteriyordu. Bu paralellikleri dipnotlar yardımıyla
açıklayan çevirmen Levent Cinemre’ye de ayriyeten teşekkür ederim. Bu
dipnotları okurken romanın akışı bana göre hiçbir şekilde bozulmadı aksine Jack London’ı daha iyi anlayarak okumuş
oldum.
Martin
Eden’de alt tabakadan birinin nasıl zorluklarla yazar olabileceğini görüyoruz.
Martin direk alt tabakadan gelmiş, ömrünün çoğunu denizlerde geçirmiş 21
yaşında bir genç. Martin’in hayatı üst tabakadan olan 24 yaşındaki güzeller
güzeli Ruth ile tanışmasıyla değişiyor. Daha doğrusu Ruth’un Martin’i evcil
hayvan olarak görüp kendine göre şekillendirmeye çalışmasıyla değişiyor da
diyebiliriz. Martin ilk başlarda tamamen
Ruth’a yakın olabilmek için kendini edebiyat ve bilim alanında geliştirmek ve
Ruth’a bakabilmek için para için yazmaya çalışsa da yazdıklarından yüklü bir
şekilde para kazanmaya başladıktan sonra kendince bazı gerçekleri gördükçe
Ruth’tan uzaklaşıp tamamen kendi düşünceleri içerisinde boğulmaya başlıyor.
Martin’in
kafasını yiyip bitirdiği düşünce şu: İnsanların çoğu onunla iyi yazıyor diye
ilgilenmiyor, kendisi trend olduğu için ilgileniyorlar. İşte insanların sürüye
ayak uydurma zorunluluğu hissettiği yüzünden bugün Youtube’a girdiğinde trend
videolar bölümü, birbirinin kopyası saçmalıklarla dolu oluyor ya da insanların
elinde sırf fazla sattığı için edebi değeri düşük veya yüksek olan kitapları
görüyoruz ve de kendilerini bu kitapları
çok beğeniyorlarmış gibi gözükme mecburiyetinde hissediyorlar. İşte bu durumu Martin fark ettiğinde işin
içinden çıkılmaz düşüncelere kapılmış oluyor. Bir yıl önce kimsenin yüzüne
bakmadığı Martin’i bir yıl sonra herkes el üstünde tutabiliyor. Üstelik bir yıl
önceki Martin Eden ile bir yıl sonraki Martin Eden’in düşünceleri, yazdıkları
kısacası ruhu değişmemişken. Tabi bu paragraftaki anlattıklarım her zaman
geçerli olan bir şey değil. Hayatı boyunca hiçbir şey yapmayıp kendi fanusundan
çıkmamış birinin insanların kendisini sallamayınca isyan etmesi saçmalıktan
başka bir şey olmayacaktır. Bir şeyler ortaya koymak için çabalayacaksın ki
insanlar tarafından değer görebilesin.
Kitapta
katıldığım bir nokta da bir kitabın ya da yazının fazla satmasını istiyorsan
yapman gereken kurallardı. Bu kuralları Martin şöyle sıralıyordu:
“1)Sevgililer birbirinden ayrılır. 2)Bazı zorlu
mücadelelerden ve çeşitli olaylardan sonra
tekrar bir araya gelirler. 3) Düğün çanları çalar.”
Bu maddelere ufak rötuşlar yaptın mı gelsin satışlar. Ne de
olsa yılda bu maddelerin ışığında
yazılmış binlerce kitap piyasaya çıkıyor
ve yılda belki 100 tane sadece bu tarz kitapları okuyan okurlar kendilerine
kitap kurdu, kitapsız yaşayamam gibi laflar diyerek kitap okumayan insanları
cahil olarak görebiliyorlar. Günde 12 saat çalışıp eve gelince televizyonu açıp
Survivor izleyen ya da bir diziye tüm akşamını veren adama laf etmem asla. Ne
de olsa tüm günün yorgunluğundan sonra eve gelince bu kişiden dünyayı
kurtarmasını bekleyemezsin. Zaten kendisinin de ne böyle bir amacı vardır ne de
izlediği program üzerinden o programı izlemeyenleri yaftalamaz. Kendi halinde
ömrünü tüketir ve zararsızdır ama
Martin’in maddelediği şekilde yazılan kitapları sadece okuyan bir insan çıkıp
ben edebiyat aşığıyım, okumayan insanlar ölsün gibi laflar ederse orada bir
durması gerek. Bu tip insanlar edebiyat
aşığı değil sadece aşk kitapları okumayı seven bir bireydirler. Yaptıkları
eylemi sadece eğlenmek için yaparlar. Sinemaya eğlenmek için bir Türk
komedisine giden bir izleyiciden farkları yoktur ya da benim kahveye gidip
arkadaşımla tavla oynamam arasında. Hatta ben tavla oynarken arkadaşımla vakit
geçirdiğim için ondan bir tık öndeyimdir. Tabi kişi okuduğu kitabın yanını
kahve ve güllerle süsleyip ardından foto çektikten sonra fotoğrafın altına en
iyi arkadaşım kitaplar diye yazarken samimiyse bir şey diyemem.
Şimdi
yine Ruth olayına dönelim. Ruth Martin’le arkadaşlık yaparken yaptığı hal ve
hareketler ne kadar doğruydu acaba? O dönem için üst tabakadan birinin hem de
anne babası karşı çıkmışken alt tabakadan biriyle arkadaşlık yapması baya
takdir edilmesi gereken durum. Buna bir lafım yok ama Martin’i sadece kendi
istediği erkek modeline sokmaya çalışıp Martin’in hayallerine, yazdıklarına
değer vermemesi takdir edilmesi gereken durumu biraz gölgeliyordu. Bir de
gazetenin ilk sayfasında Martin’in sosyalistmiş gibi gösterilen yazı olayından
sonra Ruth’un sorgusuz sualsiz ayrılma durumu var. Direk şimdi Ruth’a nasıl
böyle bir şey yapar diye kızamayacağım. Çünkü o gün için gazetenin ana
sayfasına bu tarz bir haberle çıkmak ayıp bir şeydi ve Ruth da ailesinden ötürü
dışarı karşı iyi gözükmek istiyordu. (Günümüzde bir insanın ırkçılık yaptığı
iddialarıyla gazetenin ilk sayfasına çıkması gibi) Ama Martin’le hiç konuşmadan
sadece anne babasının görüşlerinden dolayı ayrılıyor olması da hiç hoş değildi
ama bu durumdan sonra ayrılıyorsan ne diye Martin ünlü bir yazar oldu mu tekrar
Martin’e dönmek için uğraşırsın ki? Martin’in kişiliği mi değişti? Yoksa
yazdıkları daha mı güzelleşmişti? Hayır! O zaman neden? İşte Martin bu durumda
kafayı yiyordu ve diğer insanlardan tiksinmek durumunda kalıyordu. Tabi Martin,
Ruth’a diğer insanlardan daha az kızmalıydı. Ne de olsa onca yazdığımız soruna
rağmen Martin’in elinde avucunda hiçbir şey yokken anne babasının onayı olmadan
(Bunu iki defa yazıyorum çünkü Ruth için ya da o günün üst tabakası için aile
çok önemli yerde) Martin’le evlenmek
için sözleşmişti. Acaba Martin’in yerinde olsam ben ne yapardım açıkçası
kestiremiyorum. Karar vermesi çok zor bir durum.
İlk
paragrafta demiştim Martin Eden’i kendime yakın hissettim diye. Bu yakınlık
bazı yerlerde sanki Mrtin Eden’i kendimmiş gibi hissetmeme bile yola açtı.
Sanki kendi yazdığım yazılar reddedilmiş gibi Martin Eden’le üzüldüm. Hele bir
dergiden ilk büyük para olan 40 doları alınca Martin Eden kadar sevindim.
Martin Eden benim için ömrüm boyunca her zaman farklı bir yerde olacak. Martin
Eden kitaplarla 21 yaşında tanıştı ben ise 21 yaşında Martin Eden’le tanışmış
oldum. Belki de bundan dolayı bu karaktere bu kadar kendimi yakın hissettim.
Herkesin Martin Eden’i okuması dileğiyle…
Şimdi biraz
da Martin Eden kitabından aldıklarımla 1900’lerin ABD ekonomisine bakalım.
1 gemi bileti 10
cent
En kral yerde kahvaltı yapmak 2 dolar
Evinde yapacağın güzel bir kahvaltının maliyeti 15 cent
Bir çamaşırhanede bir ay boyunca eşek gibi çalışmanın ücreti
30 dolar (ikinci ay 40 dolar alırsın)
Bir bakkal dükkanı açmak 7000 dolara patlar.
Bir çamaşırhane açmanın maliyeti 12000 dolar.
Hizmetçi ya da uşağın aylık ücreti 35 dolar
Bakkalda 5 dolardan fazla hesap açamazsın. 5 dolar da iyi
müşteriler için.
Martinin mantığına göre bu inceleme için herhangi bir dergi
20 dolar 82 cent verir.
Bir insanın hayalleri
error (pek para etmiyor)
5 Yorumlar
Merhaba. Blogunuzu takip etmek istiyorum ama izleyiciler butonunu bulamadım.
YanıtlaSilMerhaba. İzleyiciler butonunu şimdi ekledim sağ tarafa. Siz diyene kadar ben de bilmiyordum böyle bir buton olduğundan. Teşekkür ederim. :)
SilRica ederim. Yazdıklarınızın daha çok kişiye ulaşması için bu tarz eklentiler lazım. Takipteyim :-)
SilBenim okumak istediğim kitaplardan. Teşekkürler :)
YanıtlaSilRica ederim. En kısa zamanda okumalısınız. Pişman olmayacaksınız.
Sil