(Yaşayan şirket kitabı akademik bir değere sahip olup bu yazı
akademik bir değere sahip değildir.)
20 Şubat 2018
Üniversite’de Organizasyon
dersini veren hocamızın tavsiye ettiği bir kitap, Yaşayan Şirket. Ne yazık ki
Kitabı basan Demirbank pek fazla yayınladıkları bu kitaptan dersler
çıkartmadıklarından dolayı mecbur kitabı tek alternatif nokta olan kütüphaneden
almak durumunda kaldım. Tabi kitabın kütüphanede bir tane olmasından dolayı mini bir Hunger Games yaşandı ve bu oyunun galibi ben çıkınca
kitabı ilk elde eden ben olmuş oldum.
Peter
M. Senge’nin yazdığı önsözle adeta kitabı Türkçeye çevrilmesinde katkı sağlayan
Demirbank’a atıflarda bulunulmaya başlanmıştı. Bu ilk sayfalarda bahsedilen
olay dünyadaki çoğu şirketin 50. Yaş gününü kutlamadan yok olup gitmeleriydi.
Belli ki kitabımızın yazarı Arie De Geus ileriki sayfalarda şirketlerin
ömürlerini uzatacak bazı tüyolar verecekti. Muhtemelen Demirbank’ın
yöneticileri de bankalarının 45. yılını (1998) kutlamaktan pek de kitabın diğer
sayfalarını okumaya fırsat bulamadan kapamış ve 3 yıl gibi kısa bir süre sonra
2001 krizinin olduğu yıl HSBC’ye
satılarak 50. Yaş gününü göremeyen şirketler listesine adını yazdırmayı
başarmıştı. Bu satılmadan sonra da Yaşayan Şirket kitabı’nın yeni basımları
yapılmamış ve 250 sayfalık kitap şu günlerde Nadirkitap’ta 70-80 lira gibi uçuk
fiyatlara satılıyor. Yani bankanın bu başarısız politikası en çok kitabı satın
alamayıp da kütüphaneden almak zorunda kalan ve bu yüzden kısa bir sürede
okuyup üstüne yazı yazma mecburiyetinde bırakılan Ahmed Yasir Orman’ı
etkilemiştir. Tabi zamanın Demirbank yöneticileri çok üzülmesin benim de aynı
sizin gibi batırdığım şirketciklerim oldu. Yeri geldikçe bu başarısız olma
hikayelerini anlatacağım. Hatta bir tek
siz değil zamanın en iyi şirketleri de bu dünyadan yok olup gitti.
“Örneğin,1970 yılının
Fortune 500 listesinde yer almış olan şirketlerin üçte birinden fazlası,
1983'te ortadan yok olmuştur; ya bir başka firma tarafından satın alınmış, ya
başka bir şirketle birleşmiş ya da bölünüp parçalanmıştır.” Yaşayan Şirket, 18
s
Biz şimdi Geus’a kulak verelim.
Öncelikle
Geus kimdir ona bakmak lazım. Ne de olsa koca koca şirketlere öğüt verecek
kişinin hayatını bilmek lazım. Acaba gerçekten hayatı başarılarla mı dolu yoksa
batırdığı şirketler yüzünden hiçbir yerde dikiş tutturamadığı için bir de kitap
yazayım da buradan cebime 3-5 kuruş sokmaya çalışayım diyen bir tip mi? Aynı
bir kişisel gelişim yazarının her sabah güne 8’de başlamalısınız demesine
rağmen kendisini saat 10’da hala yatakta görmemiz gibi.
Geus
aynı babası gibi Royal Dutch/Shell grubunda yıllarca çalışıp oradan
emekli olmuş üst düzey yönetici. Yani şuan 100 yılı geçmiş bir şirkette
çalışmış. O yüzden yazdıklarına dikkat kesilmek için bu önemli bir sebep. Eğer
Demirbank’ta çalışmış biri olsaydı muhtemelen kitabı okumadan bir köşeye
fırlatırdım. Tabi “Bir şirket nasıl batırılır?” gibi bir kitap yazarsa bu tip
biri kesin okurum. Aynı şu videodaki batan işletme sahibi Cem Işık’ı ve
diğerlerini dinlemek gibi.
Geus’a
göre bir şirketi uzun yıllar yaşatabilmek için sorulması gereken sorulardan
biri şirketi canlı bir varlık olarak mı göreceğiz, yoksa cansız bir varlık
olarak mı? Eğer bir şirketi cansız bir varlık olarak düşünüyorsanız muhtemelen
sizin şirketiniz tek amacı kar elde etmektir ve şirketiniz pek de etrafına ayak
uyduramayacaktır. 2018 yılında yaşayan bir insanı düşünelim. Eğer bu kişi 1990
yılında çevresine olan duyarlılığını yok etse idi şuan her şeye Fransız gibi
davranacaktı. Daha da somutlaştıracaksak 90 yaşında teknolojiden anlamayan bir
amca gibi olacaktı. Yani kendi halinde takılan ve kısa bir süre sonra ne yazık
ki ölecek bir kişi. Tabi burada ölecek demek yerine sosyal toplum içerisinde
epey zorlanacak dersek daha güzel olur. Başka bir örneğe geçmeden önce kitapta
geçen uzun yıllar yaşayan şirketlerin ortak özelliklerini sıralayayım.
1. Uzun ömürlü şirketler, yaşadıkları çevreye
karşı duyarlıdırlar. Sf 23
Bir önceki paragrafta
bahsettiğimiz durum araştırmanın ilk maddesi. Ben bu durumu Pesçilerle Fifacılara
bahsediyorum. (futbol oyunları) Pesçiler pek fazla çevrelerine karşı duyarlı
değildir. Öyle yeni şeyler öğrenmek istemezler. Bu yüzden 2011 yılından sonra
futbol oyunlarında yeni bir çığır açmış Fifa’yı görmezden gelmeye çalışırlar.
Çünkü Fifa yeni çağa ayak uydurmuştur. Tek tip pas at, tek tip şut çek gibi
özelliklerin artık günümüzde saçma olduğunu görmüştür. Oyunu aşırı bir şekilde
şekillendirmiştir. Muhtemelen hayatında ilk defa Fifa oynayacak biri oyundaki
her şeye hakim olması çok uzun aylar geçebilir. Ben bile kaç yıldır Fifa
oynamama rağmen hala yeni şeyler öğreniyorum oyunda. Pes ise basittir. Bir tuşa
basarsın karşı taraftan hop topu alabilirsin. Hızlı bir topçuyu tüm saha
koşturup gol attırabilirsin falan filan. Sürekli pes oynayan ve Pes’i hep öven
birine Fifa oynatmaya kalkarsan muhtemelen daha ilk dakika geçmeden “Bu nasıl
oyun ya… Oyuncu koşmuyor… Top alınmıyor adamdan…” gibi laflar edip oyunu
öğrenmek istemeyecektir ve Fifa 2018’in başından kalkıp gene 5 yıl öncenin
oyunu olan Pes 2013’e geçecektir. Bu tip kişiye gelebilecek en iyi yenilik gol
attıracak bir tuş olacaktır. Zaten tuşa basmayı yıllar önce öğrendiği için laf
etmeyecek ve o tuşa basıp gol atarken yok olup gidecektir. Yok olup gidecektir
diyorum çünkü Pes 13 efsanedir diyen tayfayı artık Playstation salonlarında pek
göremiyoruz. Ya bu kişiler sessizce Fifa’ya geçti ya da futbol oyunu oynamayı
bıraktı. Yani çevresine karşı zamanında duyarlı olmadığı için yok olup gitti bu
tayfa, hala direnenler de bir köşede çırpınıyor.
Çevresine karşı duyarlı olma
durumuna başka bir örnek İsveç şirketi Stora’dır. Dünya’nın ilk şirketi olan
Stora’ya ait ilk yazılı kaynak 1288 yılına aittir. Bu şirket o dönemden bu güne
çevresindeki değişimleri göz önünde bulundurarak sürekli yaptığı işi değiştirmiştir.
Bu sayede günümüzde hala ayakta kalmıştır. Eğer Nokia da bu şirket gibi
çevresine karşı gözünü açabilseydi belki de İphone’nun yanında en büyük rakip
Samsung değil Nokia olacaktı. Daha fazla örnek vermek isterdim ama çok fazla
konudan uzaklaşmak istemediğim için ikinci maddeye geçelim.
2. Uzun ömürlü şirketlerin kendi içlerinde bir
bağlılık, güçlü bir kimlik anlayışı vardır. Sf 23
Bu cümleden anladığımız bu tarz
şirketlerde çalışan insanlar akşam mesai saatinin gelse de eve gitsek modunda
gibi çalışmıyor. İşlerini aşırı seviyorlar. İşlerini sevince daha motive olarak
çalışıyorlar. Daha motiveli çalışınca da otomatik olarak şirketin kar marjı
artıyor. Bu sayede de şirket de finansal olarak çalışanını besliyor ve bu
sayede daha da motive olan çalışan… Böyle sürekli dönen güzel bir sistem oluyor
yani. Benim bu yazıyı üniversitenin kütüphanesinde akşamın 8’inde mutlu bir
şekilde yazmam gibi onlar da yaptıkları işten mutlu olabiliyorlar.
Çalışanlar, şirkete karşı
bağlılık hissederler aynı kendi ülkelerine ya da tuttukları takımlara
duydukları bağ gibi. Bu bağlılık tabi nasıl tuttuğun takım da oluyorsa burada
da çocuğuna da yansıtılır ve ilerde çocuğun bu şirkete bağlılık duymaya başlar
ve burada çalışmaya başlar. Aynı Geus gibi babasının da Royal Dutch/Shell’de çalıştığını
görüyoruz. Bu aile boyu gelen bağlılık güzel bir şeydir ama bu durum körü
körüne bağlanmaya doğru giderse bazı sıkıntılar olabilir. Bir süre sonra
şirketin etik dışı yaptığı davranışları görmezden gelebiliriz. Hatta bir süre
sonra bu davranışları biz de gösterebiliriz. Bu durum belki ülkemizde şirketler
için garip dursa da çoğumuz bu durumu spor takımlarına ya da bir takım dernek
veya cemaatlere karşı yaşıyoruz. O yüzden bağlılığın seviyesini iyi ayarlamak
gerek.
3. Uzun ömürlü şirketler hoşgörülüydüler.
4. Uzun ömürlü şirketler, fonlamada
tutucuydular. Sf24
Şuana yazdıklarımda kendi
düşüncelerimle kitaptaki düşünceleri harmanlamaya çalıştım. Bu iki maddeyi pek
fazla açıklayıp uzatmak ve kitaptaki yazılanları tekrar buraya yazmak yerine
kitapta dikkatimi çeken başka bir hususa değinmek istiyorum. Geus şirketlerdeki
her olayın deneme yanılma yoluyla yapıldığını söylüyordu ama bu deneme yanılma
durumu pilot adayı için asla yapılmıyor. Pilota içinde 100 yolcunun bulunduğu
bir uçağı kaldırtmak yerine önce simülasyonlarda öğrettiriliyor. Bu sayede
kimseye zarar vermemiş oluyor ama şirketlerin üstündeki yöneticiler bu tarz simülasyonlar
yerine direk işin içine giriyor ve zaman zaman şirketi sancılı bir döneme
sokabiliyordu. Bu duruma çare bulunabilmek için yöneticilerin önüne bazı simülasyonlar
getirirmiş ama yöneticiler bir çocuk gibi öğrenmek yerine yapılan simülasyonun
açıklarına laf ediyorlardı. Bu durumda pek de o dönemki yöneticilere
kızamıyorum çünkü o zamanın yani 1980-90 dönemlerindeki yapılabilecek bir simülasyon
pek gerçekçi olmayacaktı. Ama kitabın yazılmasından sonra geçen 4-5 yıllık kısa
bir süre içinde bile çok güzel Tycoon oyunları çıkmıştı. 2002 yılında RollerCoaster
Tycoon 2, 2003 yılında Zoo tycoon gibi bir yeri işletebileceğin oyunlar. Tabi
bu oyunlar yöneticiler için yapılmamıştı ve de hala mükemmel değildi ama
ileriki yıllarda yapılacak daha güzel oyunlar için bir yapı taşı oldu. Günümüz
için pek bir araştırma yapmasam da 4 yıl önce İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin
tanıtımlarına gittiğimde orada öğrencilere bu tarz simülasyonlarla eğitimlerine
katkı sağladıklarını duymuştum. Belki 90’larda bu durum başarısız olmuştu ama
şimdi artık bu tarz simülasyonlarla şirket yöneticileri eğitiliyordur ve daha uzun
yıllar da daha iyisi gelene kadar da bu durumla eğitilecektirler. Ya biz de bir
simülasyonun içindeysek diye geyik yaparak paragrafı bitireyim. Bu arada
zamanında oynadığım bu tarz tycoon oyunları sayesinde İşletme bölümüne karşı
sıcaklık hissetmiştim. Bu yüzden bu oyunların yeri bende ayrıdır.
27 Şubat 2018
Zaman
yönetimini pek beceremediğim için yazının devamını tam bir hafta sonra gene
aynı saatlerde kütüphanede yazmaya devam ediyorum. Kitabı geçen hafta
kütüphaneye verdiğim için şuan elimde yok. Pazar günü kitabın ikinci elini
Kadıköy’deki Akmar’da buldum ama sağ olsun Nadirkitap yüzünden kitabı alamadım.
Neden mi? Çok bilmiş satıcı hemen kitabı Google’da arattı ve kitabın
Nadirkitap’ta 75 lira olduğunu gördü ve kitaba 75 lira fiyat biçti. Alabilirdim belki ama gereksiz yere kazıklanmanın alemi yoktu. Yahu bundan
on yıl önce olsa bu tarz bir Google araması yapmayacağı için en fazla 30-40
lira diyecek ve ben de kitabı satın alacaktım ama küçük esnaf satış mantığıyla
direk Nadirkitap’taki fiyatı söyledi ve aylardır satılmayan kitap bu yüzden de
tekrar rafına kalktı. Yahu mübarek o kitap biliyorum 2 yıl sonra gideyim gene
aynı rafta duracak. Belki 5 yıl sonra anca satacak ve eminim Nadirkitap’taki
kitap da satılmadığı için sitedeki fiyatı 75 lira olarak kalacak ve çok akıllı
satıcımız enflasyon değerlerini hiç hesaba katmadan 5 yıl önce siteden bakarak
bana söylediği fiyatı 5 yıl sonra da söyleyecek. İnşallah bu 5 yıl içinde
Yaşayan Şirket kitabını eline alır da bir şeyler öğrenir. Neyse biz şimdi
tekrar kitaba geçelim.
Kitapta
yazar liderlerin bazı özelliklerine de kızıyordu. Bunlardan biri şu idi:
“Ancak bir bunalım
gözlerimizi açtığı zaman görebiliriz.” Yaşayan şirkef sf 50
Ne yazık ki çoğu insan ve bu
insanların içindeki yöneticiler her şeyin normal olduğu vakitte gelecekte
oluşabilecek bir sıkıntıyı göremiyor. Buna verilebilecek örneklerden biri
öğrencidir. Çoğu öğrenci dönemin ilk başlarında pek fazla çalışmaz. Daha ne de
olsa sınavlara çok var diye düşünür. Vizeler gelir bu tavrından pek fazla
kurtulmaz ve vizede aldığı düşük notla bir anda aklı başına gelir. Tabi bazı
öğrenciler için bu aklı başına gelme olayı anca finalden sonra olur. Eğer
bütten sonra geliyorsa da iş işten geçmiş demektir zaten. Kişi eğer bunalımı
görmeden derslerinin çaresine baksaydı boş yere kendini üzmeyecek ve sınavdan
bir gün önce uykusuz kalmayacaktı.
Bu
duruma başka bir örnek de 1999 depremini verebiliriz. Depreme kadar Türkiye’nin
deprem bölgesi olduğu herkes tarafından biliniyordu ama kimse olası bir
depremde oluşabilecek tahribata çözüm üretmek için uğraşmıyordu. Sonuç ne oldu?
Binlerce ölüm ve bir sürü yıkılmış bina… Böyle büyük bir deprem gerekiyordu
depreme önlemler alabilmemiz için. Tabi ne yazık ki hala deprem konusunda
aldığımız önlemler pek de yeterli olmuyor. En basit örneği Bursa’da 50 yılı
geçkin binalar dururken daha 30 yıl bile olmamış binalar öncelikle kentsel
dönüşüm adı altında yıkılıyor. Muhtemelen gözümüzün tekrar açılabilmesi için
yeni bunalımlar gerekiyor.
“Bizler ancak daha
önce yaşamış olduğumuz şeyleri fark edebiliriz.” Yaşayan Şirket
Kitapta bu duruma örnek
olarak hiç medeniyet görmemiş ilkel bir kabilede yaşayan bir kişinin Singapur’a
getirilişi yazıyor. Bu kişi hayatında hiç görmediği ve hayal bile edemeyeceği
şeyleri görmüş: arabalar, binalar, yollar… Ama günün sonunda dikkatini çeken en
büyük şey muz satan bir seyyar satıcının muzlarını taşıdığı el arabası olmuştu.
Çünkü şehirde gördüğü diğer şeyler kendisine o kadar uzaktı ki pek
önemsememişti ama onun için muz taşımak önemli bir şeydi. Haliyle de bir
insandan daha fazla muz taşıyabilen bir el arabası onun dikkatini çekmiş.
Eğer
bir şirketseniz uzun yıllar yaşayabilmeniz için zaman zaman hiç yaşanmamış
şeyleri farketmelisiniz. Bunları farkedemeyince de şu tarz bir muhabbetle
karşılaşabiliyoruz.
-Bitcoin diye bir şey varmış duydun mu?
+Ah ulan duymaz olur muyum! 5 yıl önce ucundan döndüm. O
zaman alsam şimdi zengindim.
Daha
kitapta bir sürü şey anlatılıyordu ama ben burada kesiyorum. Son olarak başta
da belirttiğim şirketçiklerimden bir kaçını anlatayım.
Yıl
2008. 8. Sınıfa gidiyorum. Hızlı bir şekilde para kazanma arzumun olduğu
yıllar. Kısaca hızlı yaşadığım yıllar. En iyi ne yapabilirim diye düşünürken
marketteki indirimli Krakslar karşıma çıktı. 40 kuruşluk krakslar 25 kuruşa
inmişti ve bu krakslar okulun kantininde fahiş bir fiyat olan 75 kuruşa
satılıyordu. Hemen elimi çabuk tutup sınırlı sermayemle kraksları stokladım ve
sınıfta satış işlemlerine başladım. 25 kuruşa al, 50 kuruşa sat. Temiz iş
valla. Daha ikinci gün kraksın yanına başka bir şeyler de koyarak işleri
büyütmeye başlamıştım ki ilk darbeyi indirimli kraksın tekrardan 40 kuruşa
çıkmasıyla yedim. Tabi hemen pes etmedim 10 kuruş kar da iyidir diyerek işlere
devam ettim ama bir haftanın sonunda yasal bağlam yüzünden tüm işleri komple
kapamak durumunda kaldım. Bu yaptığım durum müdüre, kantinciye aileme kadar
gitmiş. Duymayan kalmamış. Peder beyden, okuldan kısaca her yerden veto
yemiştim. İşleri daha sınıf boyutundan okul boyutuna çıkararamadan şirketimi
kapamak durumunda kalmıştım. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Geus da bu tip
durumlarda yapılabilebilecek bir şeyin olmadığını söylüyordu. Eğer otorite
istemiyorsa o ülkeden çekilmek en iyi durumdu.
Devamı gelecek…
Bu yazı ilginizi çektiyse Capital'in 2003 yılında kitabın yazarı Arie De Geus'la yaptığı röportajı okuyabilirsiniz.
https://www.capital.com.tr/yonetim/liderlik/donusenler-uzun-yasiyor-484593
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
Bu yazı ilginizi çektiyse Capital'in 2003 yılında kitabın yazarı Arie De Geus'la yaptığı röportajı okuyabilirsiniz.
https://www.capital.com.tr/yonetim/liderlik/donusenler-uzun-yasiyor-484593
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
0 Yorumlar