(Bu serideki olaylar gerçek olabileceği gibi kurgu da olabilir.)
2023 yılında bir tane bile yazı
yazmadığım bloğuma 2024 yılının başında tekrardan merhaba diyerek geliyorum.
Uzun süredir yazı yazmadığım Bloguma yaklaşık bir yıldır yaptığım avukatlıktaki
tecrübelerimi aktararak girmek istiyorum. 1923’ten günümüze kadar baktığımızda
herhalde avukatlık mesleğinin en kötü olduğu zamanda avukatlık yapmaya
başladım. Bu sebeple de bu başlığı seçmek istedim. Öncelikle benim avukatlık
ruhsatımı almadan önceki döneme gidelim. Bu önceki dönem epey uzun olabilir. Bu sebeple avukatlık tecrübelerim ileriki bölümlerde olacak.
Avukatlıktan çok Öncesi: Üniversiteye kayıt süreci
Belki
daha önce de burada benimle ilgili bir şeyler okumuşsunuzdur. Okumayanlar için
size yine olayın en eski zamanına götüreyim. 2014 yılında Bursa Sosyal Bilimler
Lisesinden mezun olduğumda aklımda avukat olmak gibi bir şey yoktu. İşletme
okumak ve oynadığım Tycoon oyunlarındaki gibi bir şeyler işletmek istiyordum.
Ya da en kötü babamın mesleği olan Mali Müşavirliği yapardım. Bu sebeple Tobb
veya Boğaziçi Üniversitesinde okumak istiyordum. Ama Ramazanın ilk sahurunda
açıklanan sonuçlarla bu iki üniversiteyi de kazanamayacağımı anladım ve ibreyi
İstanbul’daki 3 tane özel üniversiteye çevirdim. Bunlar İstanbul Bilgi
Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve İstanbul Şehir Üniversitesiydi. Üç
üniversiteye de %100 bursla gitme ihtimalim yüksekti. Bu sebeple tercih dönemi İstanbul’a
gittim bu üç üniversiteyi gezmeye. Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş’ta idi.
Güzel bir okuldu ama güzel bir kampüsü yoktu ve Beşiktaş ortamı pek bana uygun
bir ortam değildi. O sebeple Bahçeşehir’i eledim. Bilgi Üniversitesi’nin
kampüsü ise çok güzeldi. İçinde güzel bir müze de vardı. Burada okumak güzel
olabilirdi.
Gelelim
İstanbul Şehir Üniversitesi’ne. Şehir Üniversitesinin kurucuları arasında
dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu vardı. Sponsoru da Ülker markasını da içinde barındıran Yıldız Holding'ti. Daha yeni kurulmuş bir üniversiteydi ve geleceği vardı. Bu
üniversite için belki kumar oynamak mantıklı olabilirdi. Ama o zaman en önemli
şeyi unutmuştum. Türkiye siyasetinde ne olacağı hiçbir zaman belli olmayacağı
için Türkiye siyasetine göre planlar yapmak çok da mantıklı değil. O zaman
başbakan olan Davutoğlu’nun şimdiki durumunu görerek de çok rahat
anlayabiliyoruz bu çıkarımı.
Neyse tüm bu düşüncelerde iken
Üniversiteyi gezmek için gittim. Beni bir öğrenci karşıladı ve içeride bize
üniversiteyi anlatmaya başladı. Bize üniversiteyi anlatırken de arkadan bir ses
müdahil oldu. Bu sesin sahibi o dönem Şehir Üniversitesi İşletme bölümünde
dekan olan ve ileride Boğaziçi Üniversitesinde de rektörlük yapacak olan Melih
Bulu idi. Kollarını iki yana atmış bir şekilde bana sıralamamı sordu. Benim
sıralamamı öğrenince çok üst perdeden benim bu üniversiteyi %100 bursla
kazanmamın bu sıralama ile imkansız olduğunu, bölümün sıralamasının her geçen
yıl arttığını anlattı. %75 burslu yazarsam da belki bölümde ilk üçe girersem
bursumun artabileceğini ama ilk üçe girmemin imkansız olduğunu çünkü ilk üçe
genelde yabancı öğrencilerin girdiğini ukalaca söyledi. Koca dekan bölümün
sıralamasının yüksek olmasının %100 burslu aldıkları öğrenci sayısının sadece 6
kişi olmasından ötürü ve verdikleri yemek ve yurt bursundan kaynaklı olduğunu
idrak edemeyecek bir kapasitedeydi maalesef. Zaten 3 sene sonra yemek ve yurt
bursunu kaldırdıklarında da anında okulun sıralamaları düşmüştü. Bunları
göremeyecek kadar dar görüşlü olan Merih Bulu’nun bu ukalaca laflarından sonra
kızarak çıktım ve bu üniversiteyi yazmamam gerektiğini düşündüm. Her ne kadar
Bilgi üniversitesi de cazip gelse de bana Bilgi herhangi bir yurt bursu
vermiyordu. Bu sebeple de İstanbul gibi bir şehirde barınma sorunu ile baş başa
kalacak ve belki de hiç istemesem de saçma salak cemaat evlerinde kalmak
zorunda kalacaktım. Tüm bu sebeplerle ve Şehir Üniversitesinin biraz
daha muhafazakar yapısından dolayı Melih Bulu’nun onca lafına rağmen İstanbul
Şehir Üniversitesi’ni ilk sıraya yazdım ve bölümü %100 burslu bir şekilde
kazanmış oldum.
0 Yorumlar